28 Aralık 2018 Cuma

Bizi Kandırdılar...

Herkesin hayalleri vardır, olmasını istediği bir sürü şey belki, ama gerçekler... Gerçekler koca bir hüsran değil mi? Neden olmadığını çoğu zaman düşünüp durdum. Neydi hayalleri gerçekleştirmenin sırrı? Çabalamaktan çok çabuk mu vazgeçiyordum? Çok çabuk sıkılıp, kolayca pes mi ediyordum? Çabaladığım, uğruna acılar çektiğini düşündüğüm, geceleri mi, gündüzleri mi feda ettiğini düşündüğüm bir çok şey vardı aslında... Ne mi oldu dersiniz. Yine hüsran, yine hüsran...

Bize yıllarca, televizyonlarda, sinema filmlerinde, reklamlarda koca bir hayal dünyası pompaladılar, bilinç altımıza kolayca bunlara ulaşabileceğimize dair bir sürü zehir akıttılar. Yavaş yavaş zehirlediler bizi anlayacağınız. Kolay yoldan para kazanan bir elin parmaklarını geçmeyen insanlar sundular önümüze, yine bir elin parmaklarını geçmeyecek zengin kişinin geçmişte fakir, perperişan hallerden bugünlere geldiğini ve bunları kısa bir süre de yaptıklarını gösterdiler. Yalan mıydı peki o insanlar? Tamamen kurmaca mıydı? Hayır değildi elbette. Öyle olan insanların sayısı daha önce dediğim gibi bir elin parmakları kadardı. Sadece bize ''sizde kolayca zengin olabilirsiniz, sizlerin de bu gösterdiğimiz insanlar gibi olmanız çok kolay'' fikrinin empozesi sonucu bizi koca bir yalana inandırdılar ve başardılar...

Aslında dünya nüfusunun %70'i fakirdi. Aslında dünya nüfusunun %70'i hayallerine ulaşamamıştı. Bizim gerçeği görüp, gerçek kişiler olmamızı istemediler. Asıl değerlerin dürüstlük, çalmadan çırpmadan, amiyane tabirle katakullisiz, torpilsiz, desteksiz yaşamanın, çok paradan daha huzurlu ve hesabının daha kolay olacağıydı. Bize yanlış şeyler öğrettiler. Bizi kandırdılar...

Oysa ki dürüst insan olup, az gelirle de olsa mutlu olmayı öğretselerdi, bizi bu kadar dünya malına tamahkar etmeselerdi, bir telefonun ömrü bitmeden yeni modelini alma derdimiz olmasaydı, evimizde 30 çift ayakkabımız olsun, her gün başka birini giyeyim derdimiz olmasaydı, elin ecnebisi 1950 model araba kullanırken bizim 2017 model arabamızı satıp aynı modelin 2019 modelini alma dertlerimiz olmasaydı, emin olun daha mutlu olabilirdik ve belki de herkes hayallerine kavuşmuş olurdu...

Dünyanın refah düzeyi en yüksek kabul edilen ülkesi hangisi bilir misiniz? İsveç. Neden mi peki? Çok para kazandıkları için değil. Tamahkar, har vurup harman savurmadıkları için. Bilir misiniz bir İsveç vatandaşı çok özel günler olmadığı sürece dışarıda yemek yemez! Bilir misiniz 20 yaşında evinden ayrılıp kendi evine geçen bir İsveç genci evlense bile 20-25 yıl aynı mobilyaları kullanır! Bunun gibi daha bir çok şey...

Uzun lafı kısası, bize yanlış şeyler öğrettiler. Alın teri ve dürüst yollardan kazanılan 5 liranın, yalanla, başkasının üstüne basarak, torpille kazanılan 15 liradan daha değerli olduğunu öğretselerdi, belki şu an bu kadar büyük hayallerimiz ve tul-i emellerimiz olmazdı. Ve gerçekler bu kadar hüsran olmazdı! Bizi kandırdılar!!! Belki biz de biraz kandırılmak istedik! Ne dersiniz...               


30 Ekim 2018 Salı

Hayatın Bizden Aldıkları

Hiçbir engelin vazgeçiremediği, bıktıramadığı deli sevda, futbol.. Elinde şemsiye, yağmur çamur demeden topun peşinde koşmak. Eve dönünce elbiselerini batırdığın için annenden yiyeceğin dayağı bile düşünmeden. Keşke büyümeseydik, hep çocuk kalsaydık. Ya da en azından içimizdeki çocuğu öldürmeselerdi..

8 Ekim 2018 Pazartesi

Ovit Tüneli

Merhabalar;

Bugün size Türkiye'nin en uzun, çift tüplü tüneli olarak da Dünya'nın en uzun tüneli olan Ovit Dağı Tünelinden bahsedeceğim.

İstikametlerini tarif etmek gerekirse, Erzurum'dan Artvin istikametine giderken İspir bölgesinden sola doğru dağ yoluna saptığınızda sizi karşılıyor. Tam ters istikamette ise, Rize-Erzurum kara yolunda İkizdere bölgesinde başlayan bir tünelden bahsediyorum.

                                 

Bölge halkının yıllardan beri çığ, heyelan vb doğal afetler ile kapanan bir yolu imiş bu Ovit Dağı. Belki de önemli durumlar da ulaşılamıyordu bile.

Ben Erzurum'dan Artvin tarafına doğru geçerken, asıl istikametim olan Rize tabelasını gördüğümde saptım bu yola. İlk başlarda stabilize bir köy yolu karşılıyor sizi. Sonrasında yol çalışmalarının devam ettiğini görüyorsunuz, yani şantiyelerin içerisinden geçiyorsunuz. Eğer yakıt durumunuz kritik ise muhakkak tünele girmeden alın, çünkü bir sonraki istasyon yaklaşık 100 km falan sonra İkizdere'nin sonuna doğru sizi karşılayacak. Ben bilmeden girdiğim bu yolda, stabilize yollardan geçtikten sonra bir tünele girdim. Bunun Türkiye'nin en uzun tüneli olduğunu bilmiyordum. Benzin göstergem de tek çubuktan ibaretti. Tünele girdiğimde ''Ovit Tüneline Hoş geldiniz'' tabelası ile birlikte uymamız gereken bir sürü kuralları sıralayan ışıklı levhalar gördüm. Tünelin içi yeşil ve mavi ışıklandırmalar ile ışıklandırılmış. (Şampiyon Rizespor 😊) Tünelin belirli bölümlerinde diğer tüp tünele geçişler gördüm. Yaklaşık 5 km gittikten sonra, girişteki tabelaların aynısı gördüm ve artık herhalde tünel bitiyor dedim. Ama karanlık git gide artıyor ve başa dönmüşcesine devam ediyordum. Yaklaşık 5 km sonra yine aynı tabelalar ve aynı umutlarla doldu içim, ama nafile karanlık yine başa dönmüştü. 😟 Bir süre sonra kapalı alan fobisi olmasa da başlıyor insan da, herhalde bitmeyecek  diyordum kendi kendime. Benzin göstergesi de dipte olunca, ''ulan burada kalırsam ne ederim'' diye düşünmeye başladım. Sonrasında bir aydınlık, beyaz bir ışık gördüm ufukta. Sanırım bu kez gerçekten bitiyordu. Ve gerçekten bitti. Sonrasında İkizdere'ye girişte oturduğum Adem Baba'nın yeri diye bir restorant tarzı ufak bir işletme de öğrendim Ovit Dağı Tüneli olduğunu. Hemen araştırdım baktım. Türkiye'nin en uzun tüneli olduğunu gördüm. Toplam uzunluğu 14,346 metre, yani yaklaşık 14,5 km...



Bölge halkının, bu tüneli ne kadar beklediğini hiç sormayın. Onlara ilaç gibi gelmiş. Zaten her yerde heyelan bölgesi tabelasını görürsünüz gittiğinizde. Muhtemelen heyelanlar sebebi ile çok sık kapanan bir yolmuş ki, mutlulukları da o denli fazla şuan da.

Kim yaptıysa iyi iş çıkarmış diyebilirim. Ufak bir uyarı sadece, eğer kapalı alan fobiniz varsa ürkütücü gelebilir. Bunun yanı sıra benzin tedariğinizi yapıp da girmezseniz, bunaltıcı gelebilir. 😊

Ne denir ki, vatana millete hayırlı olsun. Bizim kıymetini anlamam zor tabi o coğrafya da yaşamadığımız için. Ama eminim bölge halkı için çok çok kıymetlidir. Tekrar geçmek nasip olur mu bilmem. Lakin bir daha ki sefere Ovit Tüneline giden yollar da güzel olur diye umut ediyorum.

Saklıkent Kanyonu

Merhabalar;
Fethiye'de bulunan Saklıkent Kanyonu'nundan bahsedeceğim size. 

Eğer Antalya-Çavdır istikametinden gelirseniz, Seydikemer ilçesinden hemen sonraki ilk adadan sola dönüyorsunuz, hiç Fethiye istikametine gitmiyorsunuz. Yok eğer Muğla-Dalaman veya Denizli-Çameli istikametinden geldiyseniz o zaman Antalya istikametine doğru devam edip, Seydikemer ilçesine gelmeden sağa giriyorsunuz. Yani istikametiniz bu şekilde olmalıdır. Zaten artık navigasyon ve yön bulmamıza yardımcı bir çok ekipmanımız var diye düşünüyorum. 

Saklıkent'e geldiğinizde, kanyon girişinde sizi büyükçe bir otopark alanı ve gişeler karşılıyor. Gişelerden geçerek kanyonun kayalıklarına sabitlenmiş demir bir köprüden geçerek kanyonun başlangıcına ulaşıyorsunuz. Burada küçük de olsa çay, süt mısır, meşrubat gibi dinlenip suyun akışını izleyebileceğiniz yiyecek içecek alanı var. Giderken yanınızda sandalet veya deniz terliği tarzında bir şeyler alın derim, eğer unutursanız da sorun etmeyin, çünkü az önce bahsettiğim yiyecek içecek alanında 6 TL'ye kiralayabilirsiniz. (2017 fiyatıdır) 





Kanyona giriş yapalım isterseniz. Suyun yerden çıktığı, yani kaynağı olduğu yer tam da kanyonun girişinde. Buradan kanyonun girişine girebilmek için irili ufaklı kayalardan geçip, buz gibi ve akıntısı olan bir suda ilerlemeniz gerekecek. Ama özellikle kayalardan inerken yosunlu olma ihtimaline karşı dikkatli olmanız gerektiğini söylemem lazım. Özellikle suyun akışının yoğun olduğu noktada karşı tarafa çekilen halata tutunarak geçmenize tavsiye ederim. Çünkü bastığınız yerde kayalar ayağınızı acıtıp dengenizi kaybettirebiliyor. 



Kanyonun en zor ve çetrefilli olan kısmı burası. Bu ilk aşamayı geçtikten sonra pek de bir zorluğu yok. Kanyon içerisinde ilerliyorsunuz. Sizi değişik doğal olaylar sonucu oluşmuş kaya parçaları ve yer şekilleri karşılıyor. Kanyonun mesafesinin 3 km olduğunu hatırlıyorum. Sonlarına yaklaştıkça güneş görecek alanlar çok az veya hiç olmadığı için karanlıkta olduğunuzu göreceksiniz. Ayrıca en sonundaki ufak şelaleye ulaşmak için bir kaç zorlu yüksek ve su olması sebebi ile kaygan olan kayaları aşmanız gerekecek. Muhakkak bir kişinin yardımına ihtiyaç duyun. ''Ben gibi, tek çıkarım, ben hallederim'' havasına girerseniz, düşüp kafayı vurabilirsiniz. Ben biraz kalın kafalı olduğum için çok fazla zarar görmedim, fakat siz aynı şeyi yaşarsanız daha vahim sonuçlar doğa bilir. Onun için yardım alın efendim. 

Kanyonun sonunda kayaların arkasından 2 metre gibi bir yerden aşağıya dökülen küçük bir şelale göreceksiniz. Oranın suyu ilk girişteki gibi şiddetli derece de soğuk olmasa da, yine kayda değer bir soğuğu var. Orada şelale altına girip, fotoğraf çekile bilirsiniz. O küçük şelaleyi gördükten sonra, daha ilerisi yok değil var, fakat geçilmesi yasak. Biz yasakları severiz ama, tavsiye etmiyoruz. Çünkü oradan sonra sizin başınıza bir şey gelmesi halinde helikopterin veya akut ekibinin size ulaşma ihtimali zor. Yasak da bundan dolayı getirilmiş zaten. 

Giderseniz güzel kareler, keyifli anlar yaşayacağınız ve ülkemizin doğal güzelliklerine bir kez daha hayran kalacağınız yerlerden birisi. 

Ayrıca kanyona daha girmeden gişelerden sağ tarafa doğru yönelirseniz, asma bir köprü göreceksiniz. O köprüden geçmeniz halinde Antalya il sınırlarına geçmiş bulunuyorsunuz. Orada bangi jumping ve rafting yapabilme ihtimaliniz var. O bölge özel işletmeye ait bir alan ve daha çok yeme içme eğlence alanları mevcut. Fiyat olarak biraz daha pahalı diyebilirim. Fethiye sınırlarının olduğu yeri ise Seydikemer Belediyesi işletiyor ve fiyat olarak biraz daha uygun. 



Bence gidip görülüp, anılarınıza ekleyebileceğiniz bir yer diyebilirim. Tabi ki görüp kendi kararınızı oluşturmak gibisi yoktur. Deneyimleyin derim. 

İyi seyahatler dilerim...

Hayallerinize Sizde Ulaşabilirsiniz...

Merhabalar;

Bundan yaklaşık 3 yıl önce bir karar almıştım. Motosiklet ile Türkiye turu yapacaktım. Tabi bu turu gerçekleştirmek için elimde uzun yol yapabileceğim bir motorum, yol boyunca her türlü ihtiyacımı karşılayacak kadar param ve gerekli ekipmanlarım olması gerekiyordu.

Tura çıkmaya 3 yıl önce karar vermiştim ya, yani hedefimi belirlemiştim. Bu 3 yıllık zaman zarfında önce motosikletimi bu yollara gidebilecek, beni yormayacak bir motosiklete çevirmem gerekiyordu. Çünkü bu kararı verdiğim de altımda Kawasaki ZX6-R vardı. (Aşağıda görselini görebilirsiniz) Tabi Racing bir motosiklet ile uzun yolun ne kadarı çekilebilirdi ki? O motorumu sattım ve üzerine 5.000 TL daha borçlanıp Yamaha Fazer 8 aldım. Bu hem uzun yola gidebilecek, hem biraz daha rahat, hem de biraz daha itidalli bir motosikletti. (Bu motosikletin fotoğrafını da aşağıda görebilirsiniz) Bu 5.000 TL'yi öderken 1 yılı devirdim zaten.

KAWASAKİ ZX6-R 2012                                                                         YAMAHA FAZER8 2014

Daha sonra yolculuk için gerekli ekipmanları tamamlamam gerekiyordu. İşte sırtlık, elbiseler, koruyucular, çadırdır, uyku tulumudur falan... Bunları tamamlarken de 1 yıl daha geçti mi? Tam her şey olacak derken, ben işsiz kaldım mı? 😏 Artık zor olacağını düşünürken, birikmiş bir kaç bin lira ile işsizlik maaşım yerken, ne olursa olsun bu sene gideceğim dedim. Gerekirse çadırda kalacaktım, çok gazlamayıp motosiklete az yaktıracaktım falan... Ama beynimde, içimde olup bitenleri hayal edemezsiniz. her gün hayal kurup sabahına o hayalin ''püf'' diye kaybolmasını düşünün, öyle bir durumdaydım yani. 

Sonra işsizlik zamanımda bir işe girdim. 7-8 ay askeri ücretle çalışacaktım işte. Hem masraflarımı çıkarıp hem de biraz kenara para atabilirsem belki hayalimi gerçekleştiririm diye düşünmüştüm. Bir yerinden başladım işe ve sayılı gün çabuk geçti. 7-8 aylık süreç bitti. Benim planladığım tarihler gelip çatmıştı. Her şeyim hazırdı; motosikletim, ekipmanım... ama en önemli şey olan nakit, yani keş para yoktu. 😞 Ama kafaya koymuştum gidecektim. 3.000 TL borç aldım, sonra ufak ufak ödeyecektim. Bu arada kısa süreli girdiğim iş yerinde uzun süreli çalışma imkanı doğdu ve yıllık iznim de dolmamıştı. Lakin hayallerimi gerçekleştirecektim ya, izin istedim vermezlerse de çıkmayı göze aldığımı söyledim. Sağ olsunlar anlayışla karşıladılar. ''Delidir, ne yapsa yeridir'' dediler herhalde. 😋

Sonra ben tam da istediğim tarih aralığında cebim de borç alınmış 3.000 TL para ile 3200 km'lik bir macera için yola çıktım. Tamamen programsız, plansız, rotasız bir maceraydı.

Benim hikayemden yola çıkarak şunu söyleyebilirim. Daha önce de bahsettiğim gibi, bir hayaliniz varsa önce hedef belirleyin, sonra o hedefe erişecek parametreleri belirleyip o yolda mücadele edin. Sonrasında emin olun, çorap söküğü gibi geliyor işler. Evet paranın her şey olduğu şu zaman da, çok az bütçelerle, çok güzel yerler görülüp, çok güzel şeyler yapılıp anılar biriktirebilirsiniz. Ve bir not daha, aldığım paranın 1.000 TL'sini de geri getirdim. Yani 1 haftalık yolculuk bana 2.000 TL'ye mâl oldu. Yeter ki isteyin ve o yolda doğru kanallardan geçerek ne yapacağınızı belirleyin. Emin olun sonrasında her şey kendiliğinden gelecek.

Hayallerinizi gerçekleştirmeniz ümidiyle, hoşça kalın....   


18 Eylül 2018 Salı

Bir Kez Mi Öleceğiz? Yoksa Bundan Önce Öldük Mü?

Merhabalar;

Hep deriz ya, hayata bir daha mı geleceğiz diye? Sizce bundan önce de yaşadığımız bir yaşamımız, alemimiz var mıydı? Yoksa bu dünyadan mı ibaret? 

Size bir sır vereyim mi? İnanılan islam inancına göre, bundan önce bir kaç hayatımız oldu. Sadece hatırlamıyoruz, unutturuldu. 

Onlar hangi hayatlar diyeceksiniz dimi? 

Birinci alemde ruhlar yaratıldı ve orada bir süre yaşadı. Bu aleme Galu Bela deniliyor.  Yani Yaratıcının sorusu üzerine verdiğimiz cevabın alemi. ''Ben sizin Rabbiniz değil miyim?'' diye sual etmişti. Hatırlarsanız diyeceğim ama dedim ya unutturuldu. Bizi ''Bela'' demiştir. Evet sen bizim Rabbimizsin. Onun için alemin anıldığı bir isim de ''Galu Bela'' yani ''Evet Dediler'' alemi...

İşte bu alemde ölüp, anne karnına doğduk sonrasında. Birinci ölüm gerçekleşti. Ruhlar aleminde öldük, şartları daha farklı olan bir aleme, anne karnına doğduk. Sekiz ay veya dokuz ay her neyse, kim ne kadar kaldıysa anne karnında yaşadık ve oradaki yaşamımızı tamamlayınca anne karnındaki alemde ölüp, dünya hayatına doğduk. İkinci ölüm gerçekleşti. Ve üçüncü doğuşumuz dünya hayatına oldu. Şimdi yaşadığımız bu hayata da, malumunuz dünya hayatı veya biri başka söylemle islam dünyasında sınav hayatı (hayali) diyoruz. Parantez içinde hayali dememin sebebi, bir hadiste ''Dünya hayatı, ebedi hayat için sadece bir gölgeliktir.'' Hayalden ibaret deniliyor yani. Şimdi de bu alemde, hayatta veya hayalde ismine ne derseniz deyin, ömürlerimiz kadar yaşayıp öleceğiz.

Bizim ilk ölüm diye bildiğimiz aslında üçüncü ölümümüz olacak. Yani dünya hayatında ölerek üçüncü ölümümüzü gerçekleştireceğiz ve bir daha ölüm olmayan ahiret alemine doğacağız. Artık ahiret aleminde, ruhlar aleminde ne ciddiyetle söz verdik isek, dünya hayatında ne ettik isek onları bulacağız.

Ben tüm inananların ahiret hayatında ''keşke ölüm olsaydı'' diye ölümü isteyenlerden değil, huzur ve mutlulukla sonsuz bir hayata doğanlardan olmak duasıyla diyerek yazımı sonlandırıyorum.

Bir de siz düşünün... Gerçekten bir kere doğduk ve bir kere mi öleceğiz...

Görüşmek üzere.  

11 Eylül 2018 Salı

Geri Dönüş Dedikleri


Merhabalar, ben blogun spordan sorumlu müdürüyüm :) O nedenle benden gelen yazılar ekseriyetle spor ağırlıklı olacaktır. O yüzden Byalesta gibi ağır felsefik, edebi şeyler beklemeyin :)

Rusya maçının ardından yükselen Lucescu eleştirileri İsveç deplasmanında son dakikalarda gelen goller olmasa belki de Lucescu'nun kellesini almaya kadar gidecekti. Ancak çoğunluğun söylediği şekilde ''geri dönüşün ustaları'' son dakikalarda oynadıkları güzel ve etkili futbolun karşılığını alarak maçı kazandı.
Lakin ben geri dönüşlerin bizim başımıza neden bu kadar çok geldiği konusunda farklı düşünüyorum. Evet futbolun içinde böyle şeyler her zaman var ve olacaktır ancak biz kendimizi az çok tanıyorsak ''yumurta kapıya sıkışınca'' lafının bizim dilimize nereden geldiği anlaşılacaktır. Yalnızca maçlarda değil son iki büyük turnuvanın eleme gruplarına rezalet başlangıçlar yaparak, akıl almaz puanlar kaybedip grubun son maçlarına doğru toparlanmaya çalışıyoruz. Grubun favori takımını içeride ya da dışarıda yenebiliyoruz, ancak aklımız başımıza geldiğinde atı alan üsküdarı geçmiş oluyor çoktan. Keşke işin başında aynı hırsı, gücü,beceriyi gösterebilsek de bunlara gerek olmasa. Galibiyetin böyle gelmesi ayrı sevindirici ama hepimiz kalp, tansiyon hastası olduk be kardeşim.
Gelelim maça.. Rusya maçında da olduğu gibi topla çok oynayan, daha çok pas yapan taraf bizdik. Ancak topla ne kadar oynadığınızdan ziyade ne kadar kaliteli oynadığınız da önemli. Henüz yeni oluşmaya başlayan bir takım için bu kadarı bu aşamada yeter. Sınıf atlamak içinse daha fazlası lazım. Mesela Cenk'in artık bu sezon gol atmaya başlaması gibi. Çok faydalı oynuyor, çok çabalıyor da bu kısırlıkla gol yollarımız sıkıntılı. Burak Yılmaz bu kadar faydalı oynamıyordu ama golcülüğü başka idi. Cenk'in yine de şu haliyle milli takım için birinci forvet olduğu gerçeği aşikar.
Savunma hattımızda ise Çağlar tam bir taş ancak sürekli birlikte oynayacağı net bir adama ihtiyaç var. Serdar Aziz tam o adam fakat yaşadığı sakatlıklar sürekliliğini engelliyor. Sol ve sağ bek pozisyonları için Şener ve Hasan Ali'den sonra Ömer Bayram ve Zeki iyi gelmiş gibi duruyor. Lucescu artık Mehmet Topal'ın yerin Oğuzhan'ı monte etmeli ki Okay ve Topal o bölgeyi fazlasıyla köreltiyor. Hakan Çalhanoğlu ve Cengiz Ünder'in varlığı şükür sebebimiz, Emre Akbaba da katılmaya başlayınca başka bir seviyeye gelebiliriz. 
Son katıldığımız büyük turnuvanın üzerinden 10 yıl geçti. En yakın turnuva Euro2020'ye katılamayabiliriz belki ancak ben bu takımı sevdim sanırım..

10 Eylül 2018 Pazartesi

İnsanları Görünüşlerine Göre Yargılamayın

Merhabalar;

Sürekli yaptığımız hatalardan biridir, mesleğine göre, görünüşüne göre insanları yargılamak. Hiç hüsnü zanda bulunmayız bu yargılamalarda. O kişinin ne yaşadığını, ne yaşamış olabileceğini düşünmeden, acımasızca yargılarız ve en kötüsü de hiç başımıza gelmeyecek sanırız. Gelir halbuki, kınadıkça başımıza gelir.

Haydi bir düşünelim şöyle, başkalarının yerine kendimizi koyalım. En uç noktadan başlayalım mı? Mesele hayat kadınlarını düşünelim. Para kazanmak için, her gün başka başka adamlarla yatmak zorunda kalan kadınları düşünelim. Bana sorarsanız, yapılacak bir iş gibi gelmiyor. Yani isteyerek bir insanın bu mesleği seçmiş olma ihtimalini düşünemiyorum. Eğer gerçekten isteyerek bu işi seçmişlerse, muhtemelen psikolojik bir sorunu olmalı. Çünkü her gün yattıkları insanlar Brad Pitt veya George Collany değil...  Pisi gelir, ağzı kokanı gelir, teni kokanı gelir, kıl yumağı gelir, haftalarca yıkanmamış olanı gelir... Yani gelir de gelir... Onun içindir ki, belki de en yakınları onları bu işe düşürüp bırakıp gitmişlerdir, bir de biz ön yargılı davranıp, hepten insanlara düşman etmeyelim. Onları gördüğümüz vakit veya öyle biri hakkında söylenti olduğu vakit, onların o işi yapmak zorunda olduklarını ve o işten çıkamadıklarını düşünüp onlar için dua edelim, eğer elimizden başka bir şey gelmiyorsa...

Haydi bir yolda sızmış kalmış, şarapçı, içkici olanları düşünelim. İçki içen biri değilim. Tavsiye eden biri de değilim. Lakin yıkılana kadar içen, her gün sekiz çizerek sokaklarda gezip en sonunda bir köşede sızan ve kendisinden başka hiç kimseye bir rahatsızlığı olmayan birinin kendiyle ne derdi olabilir? Ki böyle rezil bir hayatı yaşasın! -Kesinlikle keyfe keder içip, sağa sola bela olan tiplerden bahsetmiyorum onu belirteyim.-  Siz hangi insanlardan bahsettiğimi anladınız diye düşünüyorum.
Siz yine de bir yerlerde, mesela soğuk bir kış gününde iki büklüm bir yerlerde sızmış birilerini, veya başı boş yollarda elinde şarap şişesi ile geçen birilerini görürseniz hüsnü zan edin, belki de yıkılacak bir içi kalmamıştır, gidecek bir evi kalmamıştır, belki artık sevecek biri kalmamıştır. Hepten sevgiye küstürmeyelim...

Haydi bugün ön yargılarımızdan kurtulup, olaylara, insanlara başka bir yönden bakmaya çalışalım. Yaptığı işlere aldırmadan, giyinişlerine aldırmadan, yaşam tarzlarına aldırmadan, biraz da yargılamadan yaşayalım.

Ve ne olur kınamayalım. Kınadığımız şeyler ya da büyük konuştuğumuz şeyler başımıza gelmeden ölmeyeceğiz unutmayalım.

Belki bir gün size, yakın zamanda yaşanmış, günümüz kişileri tarafından şahit olunmuş ''İspirtocu Tevfik'in'' hikayesini yazarım buradan. Belki bu yazımı perçinler nitelikte olur. O zamana kadar siz dediklerimi bir düşünün derim. Ön yargısız, hüsnü zanlı günler dilerim. Hoşça kalın... 

Makam, Mevki, Para Sahipleri. Bu Zamanlarda Geçecek...

Makam, mevki ve para sahiplerinin bu dünya düzenin de, bir tık fazla da olsa hep daha fazla değer buldukları su götürmez bir gerçektir. Onlar her mecliste ön sıralardadır. Her şeyi bilen bir yapıya sahiptirler. Uzmanlık alanları ne olursa olsun, onların söylediklerine itiraz edilmez. Çünkü kaygılarımız vardır. Misal olarak, patronunuz ile siyasi görüşünüz farklıdır. Herhangi bir siyasi konuşma geçse aranızda, emin olun en çok susan ve olayları ''evet, doğru söylüyorsunuz'' diye kabul eden kısım da hep işçi sınıfı olur. Veya sizden üst düzey bir bürokrat, müdür veya birim amiri ile konuşuyorken, yanlış yürüdüğünü düşündüğünüz bir şeyi söyleyecekseniz, ya makamdan lav edilmeyi ya da zor şartlarda yaşamayı göze almanız gerekir.

Ben bugüne kadar ezilmiş, hakkı yenilmiş bir zengine veya makam sahibine hiç rastlamadım. Hangi mecliste olursa olsun (buna dini meclislerde dahil) hep el üstünde tutuldular. Neden mi? Çünkü onun çözebileceği işler olabilirdi!!! Bu tip güçleriniz varsa (para,mal,mülk,makam vs.) sadece maddi işleriniz değil, gönül işlerinizde rayında girer emin olun. Çünkü paraya her şeyimizi verebilecek bir sistem içerisinde, savrulup gidiyoruz. Sırf paraları yüzünden 20-22 yaşlarındaki kızlarımız babaları yaşında adamlarla gayri meşru ilişkiler yaşıyor. Veya tersine çevirelim, aynı yaşta erkeklerimiz neneleri yaşlarındaki insanlar ile ilişkiye girip evleniyorlar ve bu duruma yorumları da ''AŞIK OLDUK'' oluyor. Güler misin? Ağlar mısın?

Yapmıyorum, ben bu rüzgara uymuyorum diyen muhtemelen yalan söylüyordur. Çünkü herkes bu çarkın içinde dönüp duruyor. Çünkü herkesin zaafı var. İstediğini konuşup, istediğini yapabilen insanlar, zaafları ve kaybetme korkuları olmayan insanlar. Asıl özgür olanlar da işte tam onlar...

Allah'tan başka kimseye (bir Tanrı inancı olanlar için söylüyorum) borcumuz olmadığını bilsek aslında, kimseye eyvallahımız olmayacak. Ama Dünya menfaatleri hep ağır basıyor. Dünya da güç verilen insanlar, bunun kendilerinden kaynaklı değil de, Allah'ın bir lütfu olduğunu bilseler. Gurur, kibirlerini belki bir kenara bırakıp, güç sahibi olmayanların sözlerine de itibar edip, değer verirler belki. Ama tabi bu söylediğimde bir ütopya.

Sanırım kaybedeceklerimiz olduğu sürece, hayata ve yaşama dair kaygılarımız olduğu sürece böyle geçecek ömrümüz. Ve gerçek alemin kaygılarına yüz çeviremeden, rüya aleminin üzüntüleri ile ömrümüzü bitireceğiz.

Böyle olmamasını temenni ederek, önce kendime, sonra da size diyorum ki: ''Zaafiyetlerimizden kurtulalım, korkumuz Allah'a verilecek hesap olsun ve kaybedeceğimiz hiç bir şey ahlakımızdan, kişiliğimizden değerli olmasın''

Görüşmek üzere...

  

     

7 Eylül 2018 Cuma

Motosiklet Gerçekten Tehlikeli Mi?

Merhabalar;

Bu yazıyı Eylül ayının ilk hafta sonu tatilinde, elim bir motosiklet kazası sonucu bir bacağını kaybeden ve hala hastahane de yoğun bakımda yatan bir arkadaşımın durumu üzerine yazmaya karar verdim. Daha önce de Youtube kanalımda bu konudan bahsetmiştim. Okumayı sevmiyorsanız, aşağıdaki linki tıklayarak dinleyebilirsiniz. 


Motorcu camiasının savunduğu bir kanı vardır. Motosiklet tehlikeli değil, arabacılar daha tehlikeli derler. Ben hiç bir zaman kabul etmedim bu görüşü ve hep motosikletin tehlikeli olduğuna inandım. Bu tehlikeyi bilerek de sürmeye devam ediyorum. Sürekli de söylediğim bir şey vardır. Biz motor kullanıyorsak, daha cesuruz, daha cesaretliyiz ve algılarımızı sürekli açık tutmamız konusunda daha dikkatliyiz demişimdir. Lakin bu motosikleti güvenli bir araç haline getirmeye yeterli değil tabi ki. Şimdi aşağıda paylaşacağım alıntı metinde, rakamsal istatistikleri göreceksiniz. Ne demek istediğimi daha iyi anlayacağınızı umuyorum. 

''Motosiklet Kullanmak Tehlikeli midir? Motosiklet güvenliği, motosiklet sürüşüne özgü araç ve ekipman tasarımının yanısıra operatörün beceri ve eğitimi ile ilgilidir.   Motosiklet Kaza Oranları   Motosikletçilerin ölümcül bir kaza riski, binek otomobilin 35 kat daha fazladır. İngiltere Ulaştırma Dairesi'nden alınan rakamlar, 2004 yılında motosikletlerin otomobillerine kıyasla ciddi yaralanma oranının 16 kat fazla olduğunu belirtti.   Avustralya Taşımacılık Güvenliği Bürosu (ATS) tarafından yapılan ulusal bir araştırma şunları tespit etti:   1998-2000 yılları arasında motosiklet binici ölüm oranları tüm binicilik yaş gruplarında arttı Motosiklet binici ölümleri, diğer araçların sürücülerinden yaklaşık 30 kat daha fazla 40 yaşın altındaki motosiklet sürücüleri, aynı yaştaki diğer araç operatörlerinden 36 kat daha fazla öldürülme ihtimali daha yüksektir. 40 yaş ve üstü motosiklet sürücüleri, aynı yaşta diğer sürücülere göre yaklaşık 20 kat daha fazla öldürülmüş olma ihtimali yüksektir. 2005 yılı NHTSA'ya göre, 2004'de Birleşik Devletler yollarında 4,008 motosiklet sürücüsü öldü, bu oran 2003'ten % 8 arttı gösterdi.   Aynı dönem boyunca, otomobil sürücüleri ölümlerde% 10'luk bir artış gösterdi; motosikletçiler ise ölümlerde % 8'lik bir artış gösterdi. Yayalar ayrıca ölümlerde% 10'luk bir artış gösterdi. 2004'te ABD yollarında 37304 otomobil sakini öldürüldü.   1999'da ABD'de kayıtlı dört milyondan fazla motosiklet vardı ve bunlar ABD'deki tüm kayıtlı araçların % 2'sini oluşturuyordu. O yıl, otoyoldaki tüm ölümlerin% 5'ini motosiklet sürücüleri veya yolcular oluşturuyordu. Motosikletçilerin çarpışmalarda öldürülmesinin ana nedenlerinden biri, motosikletin kazada hemen hemen hiç koruma sağlamamasıdır. Bildirilen motosiklet kazalarının yaklaşık % 80'i yaralanma veya ölümle sonuçlanır; Otomobiller için karşılaştırılabilir bir rakam yüzde 20 civarındadır.''
Yukarıda okumuş olduğunuz üzere; motosiklet kazalarının kazaya karışma oranı, otomobillere nazaran daha az, fakat kazaya karıştıklarında ölümle sonuçlanma olasılığı daha fazladır. Onun içindir ki, kimse ''motosiklet daha az tehlikeli'' gibi ütopik bir yaklaşıma girmesin. Motosiklet tehlikelidir aga!!! Bunu kabul edip, ona göre süreceksin!!! Bunun yanında ekipman kullanmama, alkol veya uyuşturucu alımı sonucu sürüş yapma gibi ekstra kaza riskini arttıran faktörleri saymıyorum bile, o tip önlemleri almış olduğumuzu varsayıyorum.

Motosiklet kullanan arkadaşlarımıza, abilerimize ablalarımıza veya kullanmayı düşünenlere söyleyeceğim şudur: ''Ekipmanımız muhakkak tam olsun. Yazın terletiyor diye giymemezlik yapmayalım. Eldiven, ceket, bot, özel motosiklet pantolonu, sırtlık gibi tüm teçhizata bürünmüş bir şekilde yola çıkalım. Hatta scooter kullanırken bile, korumalı elbiselerimizi giyelim ve ''küçük hacimli motosiklete bineceğim nasılsa, bir şey olmaz'' demeyelim.Tüm bu önlemleri alsak da, bir arabayla çarpıştığımız da alacağımız hasar ile, arabanın içinde olduğumuzda alacağımız hasar arasında dağlar kadar fark olacaktır.'' Evet, o meşhur sözü bende söylüyorum; ''Motosiklette kaporta biziz'' Yapmamız gereken daha dikkatli, daha korumalı bir şekilde motosiklet kullanmak. Gerisi kaderimize kalmış. Ölüm motosiklet üzerinde olacaksa, ona yapılabilecek çok fazla bir şeyimiz yok. Fakat tedbirimizi almadan çıkarsak, intihar etmek gibi bir anlam taşıyacak.

Bunun için videolarım da ve bazı yazılarımda söylemiş olduğum gibi; ''Kendinizi imha etmeyin! Bir ömür boyu kazasız, hasarsız, motosiklet sürün!'' Görüşmek üzere. 






5 Eylül 2018 Çarşamba

Yamaha'nın Cafe Racer Sınıfının Abisi / XSR 900

Merhabalar;

Bugün de sizlere yeni sahiplendiğim, henüz daha 1100 km'ye gelmiş olan, Yamaha'nın cafe racer motor sınıfının en büyük abisi XSR 900'den bahsedeceğim. 

Motosiklet görüntüsü ile geçmişe gönderme yapıp, teknolojisi ile günümüz motosikletlerine ''aldanmayın baktığınıza, bu bakmış olduğunuz buz dağının görünen kısmı'' diyor. Motosikletin şasesi ve motor bloku bilinen ve tanıdık bir motosiklet olan MT09 ile aynı özellikleri taşıyor. Yabancı sitelerde MT09'dan 2 beygir daha güçlü olduğu söylense de, bildiğimiz üzere aynı güçlere sahipler. 



Motosiklet 3 silindirli, 115 beygir, 87.5 Nm tork üreten, su soğutmalı ve diamond (pırlanta) şasiye sahip. 3 tane sürüş moduna, 2 kademeli TCS'ye (aynı zamanda OFF modu ile TCS'yi kapatabiliyorsunuz), Kaydırmalı debriyaj özellikleri gibi bir çok elektronik destekle donanmış bir makineden bahsediyorum. 

Makine 3 tane sürüş moduna sahip demiştim. A modunda hayvan kuruduk durumda! Gaz tepkileri ani, tork alt devirden gelip, direk gaz koluna yansıyor. Eğer çok tecrübeniz ve gaz kolu hassasiyetiniz iyi değilse, A modunda kullanmanızı tavsiye etmiyorum. Çünkü 1. vites de gaz açıyorsunuz, tekere geliyor. Keza aynı durum 2. viteste de mevcut. Standart modda gaz kolu ve güç tepkisi biraz daha yumuşuyor ama sakın dizgin vuruluyor sanmayın, yine standart modda da gazı açtığınızda teker yerden kendisini kesiyor ve hemen havalanıyor. B modun da işler biraz daha munis. Gaz tepkisi düşüyor, beygirden de biraz kısıyor. Uyarımı yineleyeyim, eğer çok tecrübeniz yok ise A ve Standart modlar da kullanmanızı kesinlikle tavsiye etmiyorum!!! 

Bunun yanı sıra motosikletin selesi biraz yüksek. Misal ben 1.90 boyunda olmama rağmen ayaklarım yere basarken zorlanıyorum. 83 cm bir selesi var. Bu da MT09'un selesinden 2 cm daha yüksek demek. Yani boyu kısa olanlar motosikleti alırken bir kez daha düşünsün veya bir showrooma gidip üstüne oturup bir denesin derim. Ayrıca selenin arkası da biraz küçük. Yani artçı olacak yengemizin veya arkadaşımızın, totosunun biraz küçük olması gerekiyor. 😏 

Makinenin hakimiyeti kolay, gidon turunun biraz dar olmasına rağmen araya giriş çıkışlar da herhangi bir sorun yaşamadım. Eski Fazer8'den 20-25 kg daha hafif ve 10 kusur beygir daha güçlü bir motosikletten bahsediyorum. 

Yakıt tüketimi usturuplu kullanıldığında hakikaten fabrika verilerini tutuyor. Fabrika verileri 100 km de 5,2 diyor. Gerçekten bu rakamı ve belki de daha aşağısını yakalamak mümkün. Fakat gazı açtığınızda, ''getir abi ne varsa içelim'' diyen bir ayyaş ile de karşı karşıyayız diyebilirim. 

Motor sizin ruh halinize göre şekillene biliyor, lakin yeteneklerinizin üstünde bir güç sunuyor. (en azından benim için öyle) Sakin gitmek istediğinizde sakin gidip sizi her anlamda üzmeyecek, apaçilik yapmak istediğinizde de ''yok, ben yokum'' demeyecek bir motosiklet. 

Tasarım faslında güçlü görüntüsü, eskilere gönderme yapması ile tarz bir motosiklet ve laf aramızda bence MT09'dan daha yakışıklı. Gittiğiniz yerler de ilgi görüp, ''abi neymiş ya bu motor'' gibi sorulara muhatap olacağınızdan şüpheniz olmasın. 

Ayağındaki stok lastikler çok iyi değil, lakin kötüde değil. Belki bütçeniz elverirse Pirelli Rosso Corsa veya Pirelli MT60 RS takabilirsiniz. Onun kararı size kalmış. Fakat ayağındaki lastikler de bütçeniz yerine gelene kadar sizi idare edecektir. 

Gösterge paneline gelince, dijital ve içinde yok yok. Yakıt, hararet, vites, mod göstergeleri, trip metreler vesaire her şeye erişebileceğiniz kompak bir ekran yapmışlar. 

Motosikletin kullanımına gelecek olursak; dik oturuşu ve rahat selesi ile çok uzun km'ler yapmadığınız sürece sizi sıkıntıya sokmayacak gibi duruyor. 1 günde 500 km gibi km yol yaptım ben ve herhangi bir ağrı, sancı çekmedim. Yalnız, çıplak motor olması sebebi ile yüksek hızlara ulaştığınızda bel ve boyun ağrıları çekebilirsiniz. Bu da çıplak motor sevdası olan kişilerin katlanacağı dikendir. 

Bir hususa daha değinmek isterim. Özellikle MT09 kullanıcılarında depo tokatlama (tank slapper) olayından şikayetçi olduklarını gördük ve duyduk. Sanki XSR900'de de aynı şasi geometrisinden olsa gerek, yüksek hızlarda kafa sallamaya başlıyor gibi hissettim. Depo tokatlama nedir? derseniz aşağıdaki video da görebilirsiniz. Hem bu vesile ile de rahmetli Barkın abimizi de yad etmiş oluruz.


Son tahlil de; bu motosikleti biraz tarz olsun, ortama girdiğim de şeklim olsun, istediğim zaman sürat yapabileyim, istediğim zaman şehir dışına gidebileyim, istediğim zamanda şehir içinde fıtı fıtı dolaşa bileyim diyen ve tecrübeli olan motosiklet severler alabilir. Özellikle vurguluyorum ''TECRÜBELİ'' olması şart, yoksa bu motosiklet adamı tükürüp bir kenara atabilecek güçte bir makinedir. Kim almak istemez? Motosiklet tecrübesi az olan, rüzgardan etkilenmek istemiyorum diyen ve sürekli artçı geziyorum, tek tabanca değilim diyen kişiler tercih etmeye bilirler. 

Son olarak da bu motosikletin Eylül 2018 itibariyle liste fiyatı 59.800 TL civarlarında. Algısı, vergisi, sigortası derken 60.000 TL'nin üstünde bir rakamı da gözden çıkarmanız gerekecek. Evet günümüz şartlarında bu döviz kurları ile sıfır motosiklet veya arabalara erişim zor. Ama isterseniz ikinci el piyasasını da bir araştırın derim. 

Ben eminim ki, retro tarz motosiklet seven kişiler XSR900'den şikayetçi olmayacaklardır. Zor bir ihtimal ama, bulunduğunuz şehir de test motoru falan açan bir bayi görürseniz test edin ona göre karar verin. Daha çok anlatacak şeyler vardır muhakkak ama, şuan için aklıma gelenler bunlardı. Belki youtube kanalında bir tanıtım videosu çekerim. O zaman da unuttuklarımı söylerim. O zamana kadar kendinizi imha etmeyin. Görüşmek üzere...



   
      

3 Eylül 2018 Pazartesi

Retro-Cafe Racer-Scrambler Ne Demek?

Merhabalar;

Bu yazımı bir kaç tanım kullanım hatasını düzeltmek veya yerinde kullanılmasını sağlamak için klavyeye aldım. Şimdi özellikle motosiklet tarzlarını anlatırken cafe racer, scrambler, retro gibi tabirler duyarsınız. Hepsinin kullanım alanı farklı ve aslına bakılırsa farklı motosikletleri belirtmek içindir. Aşağıda bu kullanımların tanımlarını ve görsellerle desteklenmiş hallerini göreceksiniz.

Eski tarz motosikletlere ''Retro Motosiklet'' denildiğini duya bilirsiniz. Retro genel bir tanımdır aslına bakılırsa ve kullanıldığı anlam bakımından şu demektir:
 ''Retro, bilinçli olarak yakın geçmişin akımlarını, modalarını türeten veya taklit eden tarz. Söz konusu şeyin en az on beş veya yirmi yıl eskiye ait olduğu anlamına gelmektedir. Örneğin 1980'lerin veya 1990'ların giysileri retro sayılabilir.'' 
Bu genel bir tanımdır az önce de dediğim gibi. Bu eski tarz motosikletlere asıl koyulması gereken isim ise ''Cafe Racer'' veya ''Scrambler'' dır. Peki ''Cafe Racer'' ve ''Scrambler'' ne demektir. Onların tanımını da aşağıda görebilirsiniz.

''Cafe Racer, motosiklet jargonunda hem sürücü tipini, hem de motosiklet tarzını belirten bir tabirdir. Kökeni özellikle 1960′lı yıllarda, savaşın yorgunluklarından kurtulmuş, başta İngiliz olmak üzere Avrupa'lı gençler arasında yükselişe geçen Rockers akımına dayanır.
                            
Rocker'lar, Rock'n Roll'a tepki olarak, karşıt kültürünü benimsediler ve özellikle İngiltere'de 60′ların ortalarında Londra etrafında yeni yeni tamamlanmaya başlayan taze asfaltın üzerinde yarışmaya başladılar.
O yıllarda Rocker'lar İngiltere'nin London şehrindeki meşhur 'Ace Cafe' sinde buluşurlardı. Gençlerin, yarışmak için bulundukları kafeden başlayıp, (klasik rota olarak Ace Cafe tercih edilirdi) tekrar aynı kafede son bulmasına dayanan yarışlar düzenleniyordu. Bu motosikletler kendi aralarında saatte 160km/h hızlarda yarıştırırlardı.  Bu gençlerin hem görsel olarak kendilerine özgü, hem de hızlı makinelerini şehrin bir ucundaki kafedeki karşıt gruplarla boy ölçüştürmek, hem de sosyalleşmek için kullanırlardı. Bir çete savaşından daha ziyade, kimin daha hızlı ve özgün motosikleti yapacağına dayalı bir rekabetti.Motosikletleri sadece bu yarışlar için Modifiye edip düzenliyorlardı. Böylelikle Café Racer Motosikletler hayatımıza  girmiş oldu.''



Scrambler tabiri ise, cafe racer motosikletlerden biraz daha farklıdır. Hemen hemen aynı görünümlere sahip, fakat amortisör ve lastik tercihlerinin daha çok arazi şartlarında kullanıma uygun olarak seçilen motosikletlere verilen isimdir. Yani yol lastiği olan motosiklete scrambler motosiklet demek yanlış bir tabirdir. Scrambler, çırpılmış, karıştırılmış anlamı taşımakla birlikte; daha çok çamurlu, mucurlu, her türlü yol şartının olabildiği yerlerde gidebilen motosikletlere verilen isimdir.




Artık bu tarzlara uygun motosikletler gördüğünüzde, eğer size geçmişi anımsatıyor ise genel olarak retro diyebilirsiniz. Ama ekstra olarak da, hangisi cafe racer, hangisi scrambler bununda ayrımını yapabileceğinizi düşünüyorum.

Kendimizi imha etmeden, güzel motosikletler sürüp, güzel insanlarla tanışmak dileğiyle.
Şimdilik hoşça kalın...

27 Ağustos 2018 Pazartesi

Yamaha NMAX 155 İncelemesi

Merhaba,

Bugün, Yamaha scooter ailesinin en küçük kardeşinin bir büyüğünden Yamaha NMAX 155'ten bahsedeceğim.  Şunu da belirtmek isterim, burada yazdığım, anlattığım tüm motosikletleri, muhakkak uzun soluklu kullanmışımdır ve öyle yazıyorumdur. 

Bu scooter, Yamaha'nın XMAX serisindeki scooterler gibi çok cüşseli, vücutçu bir scooter değil, daha çok şehir içi kullanımına müsait bir scooterdir. Daha küçük hacimli, çok daha az yakan ve her işinizi görebileceğiniz bir makineden bahsediyorum. 

Teknik özelliklerini Yamaha'nın sitesinden bulabilirsiniz. Çok teknik detaylara girmeden, daha çok kullanım özellerini anlatmaya çalışacağım. Evvela çok az yakıt tüketimine sahip bir makineden bahsediyoruz. Ortalama yakıt tüketimi 0,17-0,18 krş'lar da idi benim kullandığım zamanda. (Benzinin litre fiyatı 5,5 TL civarlarında iken) Bunun yanı sıra, sınıfındaki 150 cc'lik tüm scooterleri, amiyane tabirle tokatlayan bir hıza ve kıvraklığa sahip. Yamaha'nın kronik özelliği olan sert kullanımdan bahsetmiyorum, o tüm motosikletlerinde var. Lakin bu makine aralara giriş ve çıkışlarda, seriliği ile sizi arabaların sıkıştırmalarından kolayca kurtarıp, bir kahraman gibi yoluna devam eden bir scooter. 


Yamaha bu scooter için Unisex demiş. Hem bayanlar için hem de erkekler için kullanımı rahat manasında. Çünkü X-MAX 250 tecrübemde oldu, o motorda ayaklarımı yere koyup denge sağlarken zorlanıyordum. (Ki ben 1,90 boyunda bir kişiyim) Bu hem sele yüksekliği, hem de kullanım kolaylığı bakımında daha mutedil bir motosiklet olmuş ve gerçekten de Yamaha'nın dediği gibi Unisex bir scooter.

Bunun yanı sıra kalkışları çok seri ve güzel. Hatta en yakın rakibi Honda PCX 150'ye bir iki boy fark attığı söyleniyor, ben denemediğim için bir şey diyemiyorum. Fakat bu iki motorun incelemesini rahmetli Barkın Bayoğlu yapmıştı, yazının sonunda o videonun da linkini atacağım. 

Makine de en güzel özelliklerden birisi, ön arka disk ve abs olması. Abs de kötü çalışan bir abs değil, gerçekten kayacak artık dediğiniz an da, diskleri ısırıyor. Abs'sinde ben bir sıkıntı görmedim. Bagaj hacmine gelecek olursak, sele altı tam kapalı XL kaskı rahatlıkla alıyor. Bunun yanı sıra, ruhsat, mikro fiber bez, vesaire gibi ufak tefek malzemelerini de alıyor. Ayrıca gidonun hemen sol kısmında yine telefon koymak veya ufak tefek ıvır zıvır malzemenizi koyacak bir yer daha yapmışlar. 

Kötü özelliklerinden bahsedecek olursak; diğer scooterler gibi aranıza malzeme koyabilecek bir yeriniz yok. Marketten ekmek aldınız onu bile rahatça koyup gidebileceğiniz bir yer yok. Bununla birlikte bir diğer kötü özelliği, amortisörlerinin çok sert olması. Girip çıktığınız her çukur, tümsek, üzerinden geçtiğiniz ufak bir taş parçası, size üzüntülü anlar yaşatabilir. Bu amortisörler ile yoldaki her şeyi hissediyorsunuz. Ayrıca biraz kilolu iseniz, amortisör en sonuna kadar dayanıyor ve keçelere vurmaya başlıyor. Bir süre sonra da tekerlek çamurluğa sürtüyormuşçasına bir ses alıyorsunuz.   

                         

150 cc'lik bir motosiklet deyip uzun yola çıkamayız diye üzülmeyin, istenilirse çok uzak olmamak kaydıyla uzun yollara da gidebilecek bir scooter. Maksimum hızlarını soracak olursanız, 120 bandını görüyor. Bu söylediğim hızın üstüne çıkmıyor değil çıkıyor, fakat yokuş aşağı olması veya motorun hızını iyi almış olması gerekiyor

Son tahlilde, şehir içinde her türlü işinizi görebileceğiniz, dilerseniz ufak çaplı uzun yollara gidebileceğiniz, kullanımı ve selesi rahat bir makine. Dediğim gibi tek sıkıntı yaşayacağınız noktası sert amortisörleri. He bunun yanı sıra benzin depo kapağı elinizde kalıyor 😁 O özelliği de hoş değil yani. Bunun haricinde alıp, keyifli zamanlar geçirilebilecek bir motosiklet. Ağustos 2018 fiyatı 16.000 kusur TL. Bir deneyip kendi kararınızı oluşturmanızı tavsiye ederim. 

Karşılaştırma ve inceleme video linklerini atıyorum. Görsel olarak da oradan izleyebilirsiniz. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere, kendinizi imha etmeyin. Hoşça kalın...