18 Eylül 2018 Salı

Bir Kez Mi Öleceğiz? Yoksa Bundan Önce Öldük Mü?

Merhabalar;

Hep deriz ya, hayata bir daha mı geleceğiz diye? Sizce bundan önce de yaşadığımız bir yaşamımız, alemimiz var mıydı? Yoksa bu dünyadan mı ibaret? 

Size bir sır vereyim mi? İnanılan islam inancına göre, bundan önce bir kaç hayatımız oldu. Sadece hatırlamıyoruz, unutturuldu. 

Onlar hangi hayatlar diyeceksiniz dimi? 

Birinci alemde ruhlar yaratıldı ve orada bir süre yaşadı. Bu aleme Galu Bela deniliyor.  Yani Yaratıcının sorusu üzerine verdiğimiz cevabın alemi. ''Ben sizin Rabbiniz değil miyim?'' diye sual etmişti. Hatırlarsanız diyeceğim ama dedim ya unutturuldu. Bizi ''Bela'' demiştir. Evet sen bizim Rabbimizsin. Onun için alemin anıldığı bir isim de ''Galu Bela'' yani ''Evet Dediler'' alemi...

İşte bu alemde ölüp, anne karnına doğduk sonrasında. Birinci ölüm gerçekleşti. Ruhlar aleminde öldük, şartları daha farklı olan bir aleme, anne karnına doğduk. Sekiz ay veya dokuz ay her neyse, kim ne kadar kaldıysa anne karnında yaşadık ve oradaki yaşamımızı tamamlayınca anne karnındaki alemde ölüp, dünya hayatına doğduk. İkinci ölüm gerçekleşti. Ve üçüncü doğuşumuz dünya hayatına oldu. Şimdi yaşadığımız bu hayata da, malumunuz dünya hayatı veya biri başka söylemle islam dünyasında sınav hayatı (hayali) diyoruz. Parantez içinde hayali dememin sebebi, bir hadiste ''Dünya hayatı, ebedi hayat için sadece bir gölgeliktir.'' Hayalden ibaret deniliyor yani. Şimdi de bu alemde, hayatta veya hayalde ismine ne derseniz deyin, ömürlerimiz kadar yaşayıp öleceğiz.

Bizim ilk ölüm diye bildiğimiz aslında üçüncü ölümümüz olacak. Yani dünya hayatında ölerek üçüncü ölümümüzü gerçekleştireceğiz ve bir daha ölüm olmayan ahiret alemine doğacağız. Artık ahiret aleminde, ruhlar aleminde ne ciddiyetle söz verdik isek, dünya hayatında ne ettik isek onları bulacağız.

Ben tüm inananların ahiret hayatında ''keşke ölüm olsaydı'' diye ölümü isteyenlerden değil, huzur ve mutlulukla sonsuz bir hayata doğanlardan olmak duasıyla diyerek yazımı sonlandırıyorum.

Bir de siz düşünün... Gerçekten bir kere doğduk ve bir kere mi öleceğiz...

Görüşmek üzere.  

11 Eylül 2018 Salı

Geri Dönüş Dedikleri


Merhabalar, ben blogun spordan sorumlu müdürüyüm :) O nedenle benden gelen yazılar ekseriyetle spor ağırlıklı olacaktır. O yüzden Byalesta gibi ağır felsefik, edebi şeyler beklemeyin :)

Rusya maçının ardından yükselen Lucescu eleştirileri İsveç deplasmanında son dakikalarda gelen goller olmasa belki de Lucescu'nun kellesini almaya kadar gidecekti. Ancak çoğunluğun söylediği şekilde ''geri dönüşün ustaları'' son dakikalarda oynadıkları güzel ve etkili futbolun karşılığını alarak maçı kazandı.
Lakin ben geri dönüşlerin bizim başımıza neden bu kadar çok geldiği konusunda farklı düşünüyorum. Evet futbolun içinde böyle şeyler her zaman var ve olacaktır ancak biz kendimizi az çok tanıyorsak ''yumurta kapıya sıkışınca'' lafının bizim dilimize nereden geldiği anlaşılacaktır. Yalnızca maçlarda değil son iki büyük turnuvanın eleme gruplarına rezalet başlangıçlar yaparak, akıl almaz puanlar kaybedip grubun son maçlarına doğru toparlanmaya çalışıyoruz. Grubun favori takımını içeride ya da dışarıda yenebiliyoruz, ancak aklımız başımıza geldiğinde atı alan üsküdarı geçmiş oluyor çoktan. Keşke işin başında aynı hırsı, gücü,beceriyi gösterebilsek de bunlara gerek olmasa. Galibiyetin böyle gelmesi ayrı sevindirici ama hepimiz kalp, tansiyon hastası olduk be kardeşim.
Gelelim maça.. Rusya maçında da olduğu gibi topla çok oynayan, daha çok pas yapan taraf bizdik. Ancak topla ne kadar oynadığınızdan ziyade ne kadar kaliteli oynadığınız da önemli. Henüz yeni oluşmaya başlayan bir takım için bu kadarı bu aşamada yeter. Sınıf atlamak içinse daha fazlası lazım. Mesela Cenk'in artık bu sezon gol atmaya başlaması gibi. Çok faydalı oynuyor, çok çabalıyor da bu kısırlıkla gol yollarımız sıkıntılı. Burak Yılmaz bu kadar faydalı oynamıyordu ama golcülüğü başka idi. Cenk'in yine de şu haliyle milli takım için birinci forvet olduğu gerçeği aşikar.
Savunma hattımızda ise Çağlar tam bir taş ancak sürekli birlikte oynayacağı net bir adama ihtiyaç var. Serdar Aziz tam o adam fakat yaşadığı sakatlıklar sürekliliğini engelliyor. Sol ve sağ bek pozisyonları için Şener ve Hasan Ali'den sonra Ömer Bayram ve Zeki iyi gelmiş gibi duruyor. Lucescu artık Mehmet Topal'ın yerin Oğuzhan'ı monte etmeli ki Okay ve Topal o bölgeyi fazlasıyla köreltiyor. Hakan Çalhanoğlu ve Cengiz Ünder'in varlığı şükür sebebimiz, Emre Akbaba da katılmaya başlayınca başka bir seviyeye gelebiliriz. 
Son katıldığımız büyük turnuvanın üzerinden 10 yıl geçti. En yakın turnuva Euro2020'ye katılamayabiliriz belki ancak ben bu takımı sevdim sanırım..

10 Eylül 2018 Pazartesi

İnsanları Görünüşlerine Göre Yargılamayın

Merhabalar;

Sürekli yaptığımız hatalardan biridir, mesleğine göre, görünüşüne göre insanları yargılamak. Hiç hüsnü zanda bulunmayız bu yargılamalarda. O kişinin ne yaşadığını, ne yaşamış olabileceğini düşünmeden, acımasızca yargılarız ve en kötüsü de hiç başımıza gelmeyecek sanırız. Gelir halbuki, kınadıkça başımıza gelir.

Haydi bir düşünelim şöyle, başkalarının yerine kendimizi koyalım. En uç noktadan başlayalım mı? Mesele hayat kadınlarını düşünelim. Para kazanmak için, her gün başka başka adamlarla yatmak zorunda kalan kadınları düşünelim. Bana sorarsanız, yapılacak bir iş gibi gelmiyor. Yani isteyerek bir insanın bu mesleği seçmiş olma ihtimalini düşünemiyorum. Eğer gerçekten isteyerek bu işi seçmişlerse, muhtemelen psikolojik bir sorunu olmalı. Çünkü her gün yattıkları insanlar Brad Pitt veya George Collany değil...  Pisi gelir, ağzı kokanı gelir, teni kokanı gelir, kıl yumağı gelir, haftalarca yıkanmamış olanı gelir... Yani gelir de gelir... Onun içindir ki, belki de en yakınları onları bu işe düşürüp bırakıp gitmişlerdir, bir de biz ön yargılı davranıp, hepten insanlara düşman etmeyelim. Onları gördüğümüz vakit veya öyle biri hakkında söylenti olduğu vakit, onların o işi yapmak zorunda olduklarını ve o işten çıkamadıklarını düşünüp onlar için dua edelim, eğer elimizden başka bir şey gelmiyorsa...

Haydi bir yolda sızmış kalmış, şarapçı, içkici olanları düşünelim. İçki içen biri değilim. Tavsiye eden biri de değilim. Lakin yıkılana kadar içen, her gün sekiz çizerek sokaklarda gezip en sonunda bir köşede sızan ve kendisinden başka hiç kimseye bir rahatsızlığı olmayan birinin kendiyle ne derdi olabilir? Ki böyle rezil bir hayatı yaşasın! -Kesinlikle keyfe keder içip, sağa sola bela olan tiplerden bahsetmiyorum onu belirteyim.-  Siz hangi insanlardan bahsettiğimi anladınız diye düşünüyorum.
Siz yine de bir yerlerde, mesela soğuk bir kış gününde iki büklüm bir yerlerde sızmış birilerini, veya başı boş yollarda elinde şarap şişesi ile geçen birilerini görürseniz hüsnü zan edin, belki de yıkılacak bir içi kalmamıştır, gidecek bir evi kalmamıştır, belki artık sevecek biri kalmamıştır. Hepten sevgiye küstürmeyelim...

Haydi bugün ön yargılarımızdan kurtulup, olaylara, insanlara başka bir yönden bakmaya çalışalım. Yaptığı işlere aldırmadan, giyinişlerine aldırmadan, yaşam tarzlarına aldırmadan, biraz da yargılamadan yaşayalım.

Ve ne olur kınamayalım. Kınadığımız şeyler ya da büyük konuştuğumuz şeyler başımıza gelmeden ölmeyeceğiz unutmayalım.

Belki bir gün size, yakın zamanda yaşanmış, günümüz kişileri tarafından şahit olunmuş ''İspirtocu Tevfik'in'' hikayesini yazarım buradan. Belki bu yazımı perçinler nitelikte olur. O zamana kadar siz dediklerimi bir düşünün derim. Ön yargısız, hüsnü zanlı günler dilerim. Hoşça kalın... 

Makam, Mevki, Para Sahipleri. Bu Zamanlarda Geçecek...

Makam, mevki ve para sahiplerinin bu dünya düzenin de, bir tık fazla da olsa hep daha fazla değer buldukları su götürmez bir gerçektir. Onlar her mecliste ön sıralardadır. Her şeyi bilen bir yapıya sahiptirler. Uzmanlık alanları ne olursa olsun, onların söylediklerine itiraz edilmez. Çünkü kaygılarımız vardır. Misal olarak, patronunuz ile siyasi görüşünüz farklıdır. Herhangi bir siyasi konuşma geçse aranızda, emin olun en çok susan ve olayları ''evet, doğru söylüyorsunuz'' diye kabul eden kısım da hep işçi sınıfı olur. Veya sizden üst düzey bir bürokrat, müdür veya birim amiri ile konuşuyorken, yanlış yürüdüğünü düşündüğünüz bir şeyi söyleyecekseniz, ya makamdan lav edilmeyi ya da zor şartlarda yaşamayı göze almanız gerekir.

Ben bugüne kadar ezilmiş, hakkı yenilmiş bir zengine veya makam sahibine hiç rastlamadım. Hangi mecliste olursa olsun (buna dini meclislerde dahil) hep el üstünde tutuldular. Neden mi? Çünkü onun çözebileceği işler olabilirdi!!! Bu tip güçleriniz varsa (para,mal,mülk,makam vs.) sadece maddi işleriniz değil, gönül işlerinizde rayında girer emin olun. Çünkü paraya her şeyimizi verebilecek bir sistem içerisinde, savrulup gidiyoruz. Sırf paraları yüzünden 20-22 yaşlarındaki kızlarımız babaları yaşında adamlarla gayri meşru ilişkiler yaşıyor. Veya tersine çevirelim, aynı yaşta erkeklerimiz neneleri yaşlarındaki insanlar ile ilişkiye girip evleniyorlar ve bu duruma yorumları da ''AŞIK OLDUK'' oluyor. Güler misin? Ağlar mısın?

Yapmıyorum, ben bu rüzgara uymuyorum diyen muhtemelen yalan söylüyordur. Çünkü herkes bu çarkın içinde dönüp duruyor. Çünkü herkesin zaafı var. İstediğini konuşup, istediğini yapabilen insanlar, zaafları ve kaybetme korkuları olmayan insanlar. Asıl özgür olanlar da işte tam onlar...

Allah'tan başka kimseye (bir Tanrı inancı olanlar için söylüyorum) borcumuz olmadığını bilsek aslında, kimseye eyvallahımız olmayacak. Ama Dünya menfaatleri hep ağır basıyor. Dünya da güç verilen insanlar, bunun kendilerinden kaynaklı değil de, Allah'ın bir lütfu olduğunu bilseler. Gurur, kibirlerini belki bir kenara bırakıp, güç sahibi olmayanların sözlerine de itibar edip, değer verirler belki. Ama tabi bu söylediğimde bir ütopya.

Sanırım kaybedeceklerimiz olduğu sürece, hayata ve yaşama dair kaygılarımız olduğu sürece böyle geçecek ömrümüz. Ve gerçek alemin kaygılarına yüz çeviremeden, rüya aleminin üzüntüleri ile ömrümüzü bitireceğiz.

Böyle olmamasını temenni ederek, önce kendime, sonra da size diyorum ki: ''Zaafiyetlerimizden kurtulalım, korkumuz Allah'a verilecek hesap olsun ve kaybedeceğimiz hiç bir şey ahlakımızdan, kişiliğimizden değerli olmasın''

Görüşmek üzere...

  

     

7 Eylül 2018 Cuma

Motosiklet Gerçekten Tehlikeli Mi?

Merhabalar;

Bu yazıyı Eylül ayının ilk hafta sonu tatilinde, elim bir motosiklet kazası sonucu bir bacağını kaybeden ve hala hastahane de yoğun bakımda yatan bir arkadaşımın durumu üzerine yazmaya karar verdim. Daha önce de Youtube kanalımda bu konudan bahsetmiştim. Okumayı sevmiyorsanız, aşağıdaki linki tıklayarak dinleyebilirsiniz. 


Motorcu camiasının savunduğu bir kanı vardır. Motosiklet tehlikeli değil, arabacılar daha tehlikeli derler. Ben hiç bir zaman kabul etmedim bu görüşü ve hep motosikletin tehlikeli olduğuna inandım. Bu tehlikeyi bilerek de sürmeye devam ediyorum. Sürekli de söylediğim bir şey vardır. Biz motor kullanıyorsak, daha cesuruz, daha cesaretliyiz ve algılarımızı sürekli açık tutmamız konusunda daha dikkatliyiz demişimdir. Lakin bu motosikleti güvenli bir araç haline getirmeye yeterli değil tabi ki. Şimdi aşağıda paylaşacağım alıntı metinde, rakamsal istatistikleri göreceksiniz. Ne demek istediğimi daha iyi anlayacağınızı umuyorum. 

''Motosiklet Kullanmak Tehlikeli midir? Motosiklet güvenliği, motosiklet sürüşüne özgü araç ve ekipman tasarımının yanısıra operatörün beceri ve eğitimi ile ilgilidir.   Motosiklet Kaza Oranları   Motosikletçilerin ölümcül bir kaza riski, binek otomobilin 35 kat daha fazladır. İngiltere Ulaştırma Dairesi'nden alınan rakamlar, 2004 yılında motosikletlerin otomobillerine kıyasla ciddi yaralanma oranının 16 kat fazla olduğunu belirtti.   Avustralya Taşımacılık Güvenliği Bürosu (ATS) tarafından yapılan ulusal bir araştırma şunları tespit etti:   1998-2000 yılları arasında motosiklet binici ölüm oranları tüm binicilik yaş gruplarında arttı Motosiklet binici ölümleri, diğer araçların sürücülerinden yaklaşık 30 kat daha fazla 40 yaşın altındaki motosiklet sürücüleri, aynı yaştaki diğer araç operatörlerinden 36 kat daha fazla öldürülme ihtimali daha yüksektir. 40 yaş ve üstü motosiklet sürücüleri, aynı yaşta diğer sürücülere göre yaklaşık 20 kat daha fazla öldürülmüş olma ihtimali yüksektir. 2005 yılı NHTSA'ya göre, 2004'de Birleşik Devletler yollarında 4,008 motosiklet sürücüsü öldü, bu oran 2003'ten % 8 arttı gösterdi.   Aynı dönem boyunca, otomobil sürücüleri ölümlerde% 10'luk bir artış gösterdi; motosikletçiler ise ölümlerde % 8'lik bir artış gösterdi. Yayalar ayrıca ölümlerde% 10'luk bir artış gösterdi. 2004'te ABD yollarında 37304 otomobil sakini öldürüldü.   1999'da ABD'de kayıtlı dört milyondan fazla motosiklet vardı ve bunlar ABD'deki tüm kayıtlı araçların % 2'sini oluşturuyordu. O yıl, otoyoldaki tüm ölümlerin% 5'ini motosiklet sürücüleri veya yolcular oluşturuyordu. Motosikletçilerin çarpışmalarda öldürülmesinin ana nedenlerinden biri, motosikletin kazada hemen hemen hiç koruma sağlamamasıdır. Bildirilen motosiklet kazalarının yaklaşık % 80'i yaralanma veya ölümle sonuçlanır; Otomobiller için karşılaştırılabilir bir rakam yüzde 20 civarındadır.''
Yukarıda okumuş olduğunuz üzere; motosiklet kazalarının kazaya karışma oranı, otomobillere nazaran daha az, fakat kazaya karıştıklarında ölümle sonuçlanma olasılığı daha fazladır. Onun içindir ki, kimse ''motosiklet daha az tehlikeli'' gibi ütopik bir yaklaşıma girmesin. Motosiklet tehlikelidir aga!!! Bunu kabul edip, ona göre süreceksin!!! Bunun yanında ekipman kullanmama, alkol veya uyuşturucu alımı sonucu sürüş yapma gibi ekstra kaza riskini arttıran faktörleri saymıyorum bile, o tip önlemleri almış olduğumuzu varsayıyorum.

Motosiklet kullanan arkadaşlarımıza, abilerimize ablalarımıza veya kullanmayı düşünenlere söyleyeceğim şudur: ''Ekipmanımız muhakkak tam olsun. Yazın terletiyor diye giymemezlik yapmayalım. Eldiven, ceket, bot, özel motosiklet pantolonu, sırtlık gibi tüm teçhizata bürünmüş bir şekilde yola çıkalım. Hatta scooter kullanırken bile, korumalı elbiselerimizi giyelim ve ''küçük hacimli motosiklete bineceğim nasılsa, bir şey olmaz'' demeyelim.Tüm bu önlemleri alsak da, bir arabayla çarpıştığımız da alacağımız hasar ile, arabanın içinde olduğumuzda alacağımız hasar arasında dağlar kadar fark olacaktır.'' Evet, o meşhur sözü bende söylüyorum; ''Motosiklette kaporta biziz'' Yapmamız gereken daha dikkatli, daha korumalı bir şekilde motosiklet kullanmak. Gerisi kaderimize kalmış. Ölüm motosiklet üzerinde olacaksa, ona yapılabilecek çok fazla bir şeyimiz yok. Fakat tedbirimizi almadan çıkarsak, intihar etmek gibi bir anlam taşıyacak.

Bunun için videolarım da ve bazı yazılarımda söylemiş olduğum gibi; ''Kendinizi imha etmeyin! Bir ömür boyu kazasız, hasarsız, motosiklet sürün!'' Görüşmek üzere. 






5 Eylül 2018 Çarşamba

Yamaha'nın Cafe Racer Sınıfının Abisi / XSR 900

Merhabalar;

Bugün de sizlere yeni sahiplendiğim, henüz daha 1100 km'ye gelmiş olan, Yamaha'nın cafe racer motor sınıfının en büyük abisi XSR 900'den bahsedeceğim. 

Motosiklet görüntüsü ile geçmişe gönderme yapıp, teknolojisi ile günümüz motosikletlerine ''aldanmayın baktığınıza, bu bakmış olduğunuz buz dağının görünen kısmı'' diyor. Motosikletin şasesi ve motor bloku bilinen ve tanıdık bir motosiklet olan MT09 ile aynı özellikleri taşıyor. Yabancı sitelerde MT09'dan 2 beygir daha güçlü olduğu söylense de, bildiğimiz üzere aynı güçlere sahipler. 



Motosiklet 3 silindirli, 115 beygir, 87.5 Nm tork üreten, su soğutmalı ve diamond (pırlanta) şasiye sahip. 3 tane sürüş moduna, 2 kademeli TCS'ye (aynı zamanda OFF modu ile TCS'yi kapatabiliyorsunuz), Kaydırmalı debriyaj özellikleri gibi bir çok elektronik destekle donanmış bir makineden bahsediyorum. 

Makine 3 tane sürüş moduna sahip demiştim. A modunda hayvan kuruduk durumda! Gaz tepkileri ani, tork alt devirden gelip, direk gaz koluna yansıyor. Eğer çok tecrübeniz ve gaz kolu hassasiyetiniz iyi değilse, A modunda kullanmanızı tavsiye etmiyorum. Çünkü 1. vites de gaz açıyorsunuz, tekere geliyor. Keza aynı durum 2. viteste de mevcut. Standart modda gaz kolu ve güç tepkisi biraz daha yumuşuyor ama sakın dizgin vuruluyor sanmayın, yine standart modda da gazı açtığınızda teker yerden kendisini kesiyor ve hemen havalanıyor. B modun da işler biraz daha munis. Gaz tepkisi düşüyor, beygirden de biraz kısıyor. Uyarımı yineleyeyim, eğer çok tecrübeniz yok ise A ve Standart modlar da kullanmanızı kesinlikle tavsiye etmiyorum!!! 

Bunun yanı sıra motosikletin selesi biraz yüksek. Misal ben 1.90 boyunda olmama rağmen ayaklarım yere basarken zorlanıyorum. 83 cm bir selesi var. Bu da MT09'un selesinden 2 cm daha yüksek demek. Yani boyu kısa olanlar motosikleti alırken bir kez daha düşünsün veya bir showrooma gidip üstüne oturup bir denesin derim. Ayrıca selenin arkası da biraz küçük. Yani artçı olacak yengemizin veya arkadaşımızın, totosunun biraz küçük olması gerekiyor. 😏 

Makinenin hakimiyeti kolay, gidon turunun biraz dar olmasına rağmen araya giriş çıkışlar da herhangi bir sorun yaşamadım. Eski Fazer8'den 20-25 kg daha hafif ve 10 kusur beygir daha güçlü bir motosikletten bahsediyorum. 

Yakıt tüketimi usturuplu kullanıldığında hakikaten fabrika verilerini tutuyor. Fabrika verileri 100 km de 5,2 diyor. Gerçekten bu rakamı ve belki de daha aşağısını yakalamak mümkün. Fakat gazı açtığınızda, ''getir abi ne varsa içelim'' diyen bir ayyaş ile de karşı karşıyayız diyebilirim. 

Motor sizin ruh halinize göre şekillene biliyor, lakin yeteneklerinizin üstünde bir güç sunuyor. (en azından benim için öyle) Sakin gitmek istediğinizde sakin gidip sizi her anlamda üzmeyecek, apaçilik yapmak istediğinizde de ''yok, ben yokum'' demeyecek bir motosiklet. 

Tasarım faslında güçlü görüntüsü, eskilere gönderme yapması ile tarz bir motosiklet ve laf aramızda bence MT09'dan daha yakışıklı. Gittiğiniz yerler de ilgi görüp, ''abi neymiş ya bu motor'' gibi sorulara muhatap olacağınızdan şüpheniz olmasın. 

Ayağındaki stok lastikler çok iyi değil, lakin kötüde değil. Belki bütçeniz elverirse Pirelli Rosso Corsa veya Pirelli MT60 RS takabilirsiniz. Onun kararı size kalmış. Fakat ayağındaki lastikler de bütçeniz yerine gelene kadar sizi idare edecektir. 

Gösterge paneline gelince, dijital ve içinde yok yok. Yakıt, hararet, vites, mod göstergeleri, trip metreler vesaire her şeye erişebileceğiniz kompak bir ekran yapmışlar. 

Motosikletin kullanımına gelecek olursak; dik oturuşu ve rahat selesi ile çok uzun km'ler yapmadığınız sürece sizi sıkıntıya sokmayacak gibi duruyor. 1 günde 500 km gibi km yol yaptım ben ve herhangi bir ağrı, sancı çekmedim. Yalnız, çıplak motor olması sebebi ile yüksek hızlara ulaştığınızda bel ve boyun ağrıları çekebilirsiniz. Bu da çıplak motor sevdası olan kişilerin katlanacağı dikendir. 

Bir hususa daha değinmek isterim. Özellikle MT09 kullanıcılarında depo tokatlama (tank slapper) olayından şikayetçi olduklarını gördük ve duyduk. Sanki XSR900'de de aynı şasi geometrisinden olsa gerek, yüksek hızlarda kafa sallamaya başlıyor gibi hissettim. Depo tokatlama nedir? derseniz aşağıdaki video da görebilirsiniz. Hem bu vesile ile de rahmetli Barkın abimizi de yad etmiş oluruz.


Son tahlil de; bu motosikleti biraz tarz olsun, ortama girdiğim de şeklim olsun, istediğim zaman sürat yapabileyim, istediğim zaman şehir dışına gidebileyim, istediğim zamanda şehir içinde fıtı fıtı dolaşa bileyim diyen ve tecrübeli olan motosiklet severler alabilir. Özellikle vurguluyorum ''TECRÜBELİ'' olması şart, yoksa bu motosiklet adamı tükürüp bir kenara atabilecek güçte bir makinedir. Kim almak istemez? Motosiklet tecrübesi az olan, rüzgardan etkilenmek istemiyorum diyen ve sürekli artçı geziyorum, tek tabanca değilim diyen kişiler tercih etmeye bilirler. 

Son olarak da bu motosikletin Eylül 2018 itibariyle liste fiyatı 59.800 TL civarlarında. Algısı, vergisi, sigortası derken 60.000 TL'nin üstünde bir rakamı da gözden çıkarmanız gerekecek. Evet günümüz şartlarında bu döviz kurları ile sıfır motosiklet veya arabalara erişim zor. Ama isterseniz ikinci el piyasasını da bir araştırın derim. 

Ben eminim ki, retro tarz motosiklet seven kişiler XSR900'den şikayetçi olmayacaklardır. Zor bir ihtimal ama, bulunduğunuz şehir de test motoru falan açan bir bayi görürseniz test edin ona göre karar verin. Daha çok anlatacak şeyler vardır muhakkak ama, şuan için aklıma gelenler bunlardı. Belki youtube kanalında bir tanıtım videosu çekerim. O zaman da unuttuklarımı söylerim. O zamana kadar kendinizi imha etmeyin. Görüşmek üzere...



   
      

3 Eylül 2018 Pazartesi

Retro-Cafe Racer-Scrambler Ne Demek?

Merhabalar;

Bu yazımı bir kaç tanım kullanım hatasını düzeltmek veya yerinde kullanılmasını sağlamak için klavyeye aldım. Şimdi özellikle motosiklet tarzlarını anlatırken cafe racer, scrambler, retro gibi tabirler duyarsınız. Hepsinin kullanım alanı farklı ve aslına bakılırsa farklı motosikletleri belirtmek içindir. Aşağıda bu kullanımların tanımlarını ve görsellerle desteklenmiş hallerini göreceksiniz.

Eski tarz motosikletlere ''Retro Motosiklet'' denildiğini duya bilirsiniz. Retro genel bir tanımdır aslına bakılırsa ve kullanıldığı anlam bakımından şu demektir:
 ''Retro, bilinçli olarak yakın geçmişin akımlarını, modalarını türeten veya taklit eden tarz. Söz konusu şeyin en az on beş veya yirmi yıl eskiye ait olduğu anlamına gelmektedir. Örneğin 1980'lerin veya 1990'ların giysileri retro sayılabilir.'' 
Bu genel bir tanımdır az önce de dediğim gibi. Bu eski tarz motosikletlere asıl koyulması gereken isim ise ''Cafe Racer'' veya ''Scrambler'' dır. Peki ''Cafe Racer'' ve ''Scrambler'' ne demektir. Onların tanımını da aşağıda görebilirsiniz.

''Cafe Racer, motosiklet jargonunda hem sürücü tipini, hem de motosiklet tarzını belirten bir tabirdir. Kökeni özellikle 1960′lı yıllarda, savaşın yorgunluklarından kurtulmuş, başta İngiliz olmak üzere Avrupa'lı gençler arasında yükselişe geçen Rockers akımına dayanır.
                            
Rocker'lar, Rock'n Roll'a tepki olarak, karşıt kültürünü benimsediler ve özellikle İngiltere'de 60′ların ortalarında Londra etrafında yeni yeni tamamlanmaya başlayan taze asfaltın üzerinde yarışmaya başladılar.
O yıllarda Rocker'lar İngiltere'nin London şehrindeki meşhur 'Ace Cafe' sinde buluşurlardı. Gençlerin, yarışmak için bulundukları kafeden başlayıp, (klasik rota olarak Ace Cafe tercih edilirdi) tekrar aynı kafede son bulmasına dayanan yarışlar düzenleniyordu. Bu motosikletler kendi aralarında saatte 160km/h hızlarda yarıştırırlardı.  Bu gençlerin hem görsel olarak kendilerine özgü, hem de hızlı makinelerini şehrin bir ucundaki kafedeki karşıt gruplarla boy ölçüştürmek, hem de sosyalleşmek için kullanırlardı. Bir çete savaşından daha ziyade, kimin daha hızlı ve özgün motosikleti yapacağına dayalı bir rekabetti.Motosikletleri sadece bu yarışlar için Modifiye edip düzenliyorlardı. Böylelikle Café Racer Motosikletler hayatımıza  girmiş oldu.''



Scrambler tabiri ise, cafe racer motosikletlerden biraz daha farklıdır. Hemen hemen aynı görünümlere sahip, fakat amortisör ve lastik tercihlerinin daha çok arazi şartlarında kullanıma uygun olarak seçilen motosikletlere verilen isimdir. Yani yol lastiği olan motosiklete scrambler motosiklet demek yanlış bir tabirdir. Scrambler, çırpılmış, karıştırılmış anlamı taşımakla birlikte; daha çok çamurlu, mucurlu, her türlü yol şartının olabildiği yerlerde gidebilen motosikletlere verilen isimdir.




Artık bu tarzlara uygun motosikletler gördüğünüzde, eğer size geçmişi anımsatıyor ise genel olarak retro diyebilirsiniz. Ama ekstra olarak da, hangisi cafe racer, hangisi scrambler bununda ayrımını yapabileceğinizi düşünüyorum.

Kendimizi imha etmeden, güzel motosikletler sürüp, güzel insanlarla tanışmak dileğiyle.
Şimdilik hoşça kalın...